HAZRETİ
İBRAHİM
ve HAZRETİ LUT
Hz. İbrahim'in Kavmine Yaptığı Tebliğ
Bir Müslüman, inkar ya da gaflet içindeki bir insana
nasıl tebliğ yapmalıdır? Onu dine nasıl davet etmelidir? Allah Kuran'da
tebliğ ibadetinin, iyi düşünülmüş yöntemler ve üsluplarla yürütülmesi
gerektiğine işaret etmektedir. Tebliğin tek bir yöntemi yoktur.
Yöntem, karşıdaki kişinin durumuna, içinde bulunduğu şartlara, düşüncelerine
ve inançlarına göre değişir. Örneğin Allah ayetlerinde, Hz. Nuh'un
insanlara Kendi varlığını hem "açıkça ilan" ettiğinden, hem de "gizli
gizli yollarla" anlattığından, onları dine yöneltecek dolaylı yöntemler
kullandığından bahsetmektedir. (Nuh Suresi, 9)
Allah'a itaat edin, peygambere de itaat
edin ve sakının. Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki, elçimize
düşen, ancak apaçık bir tebliğdir. (Maide Suresi, 92) |
Hz. İbrahim'in kendi kavmine yaptığı tebliğde de çok önemli örnekler
bulunmaktadır. Onun en dikkat çekici yöntemlerinden biri, kavmine
Allah'ı anlatırken onların vicdanlarını harekete geçirecek, onları
düşündürecek yöntemler izlemesidir. Onlara sorular sorarak düşünmelerini
sağlamış ve böylece içinde bulundukları sapkınlığı ispat etmiştir.
Taptıkları sahte ilahların şuursuz birer tahta ve taş parçasından
ibaret olduğunu onlara göstermiş, ince bir planla onların da aklen
ve kalben buna ikna olmalarını sağlamıştır. Kavminin asırlardır
içinde yaşadığı şirk sistemini bu tebliğ yöntemiyle çökertirken,
onlara Allah'ın varlığını ve birliğini de açıklamıştır. Allah Kuran'da
Hz. İbrahim'in tebliğini şöyle bildirir:
Gece, üstünü örtüp bürüyünce bir yıldız
görmüş ve demişti ki: "Bu benim Rabbimdir." Fakat kayboluverince:
"Ben kaybolup-gidenleri sevmem" demişti. Ardından Ay'ı, doğar görünce:
"Bu benim Rabbim" demiş, fakat o da kayboluverince: "Andolsun" demişti,
"Eğer Rabbim beni doğru yola erdirmezse gerçekten sapmışlar topluluğundan
olurum." Sonra Güneş'i doğar görünce: "İşte bu benim Rabbim, bu
en büyük" demişti. Ama o da kayboluverince, kavmine demişti ki:
"Ey kavmim, doğrusu ben sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım.
Gerçek şu ki, ben bir muvahhid olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana
çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim." (Enam Suresi, 76-79)
Hz. İbrahim'in bu ayetlerde
belirtilen Ay, Güneş ve yıldızlar hakkındaki yorumları, kendisinin
gerçek düşünceleri değil, kavmine yönelik bir tebliğ yöntemi gibi
gözükmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.) Çünkü gece vakti gördüğü
yıldızların ve Ay'ın kısa bir zaman sonra (Güneş'in doğmasıyla)
yok olacağını, Güneş'in ise doğduktan sonra tekrar batacağını elbette
Hz. İbrahim de bilmektedir. Ancak müşrik olan kavmi akıl ve muhakemeden
yoksun olduğu için, Hz. İbrahim böyle aşamalı bir anlatım yöntemi
tercih etmiş olabilir.
Kitabın ilk bölümünde de üzerinde durduğumuz gibi,
o dönemin putperest toplumları kendi yaptıkları heykellerin yanı
sıra Güneş, Ay gibi gök cisimlerine de tapınmaktaydılar. İşte bu
nedenle Hz. İbrahim onların ilahlık atfettikleri bu cisimlerin neden
ilah olamayacaklarını, onlara soru-cevap yoluyla açıklamak istemiş
olabilir. Bunun için önce yıldızları bir ilah olarak göstermiş,
kavminin dikkatini onlara çekmiş, ardından bunların aslında bir
ilah olamayacağını Allah'ın kendisine ilham ettiği şekilde ispat
etmiştir. Hz.İbrahim'in söylediği "Ben kaybolup-gidenleri
sevmem" ifadesi de yine kavmine yönelik önemli bir mesajdır:
Bu şekilde, "ilah" vasfına sahip olan varlığın, asla ölmeyen ve
yok olmayan bir varlık olduğunu dolaylı olarak anlatmıştır. (En
doğrusunu Allah bilir.) Nitekim bunlar, Rabbimizin "Baki" (devam
eden, fani olmayan) ve "Kaim" (idare edip ayakta tutan) sıfatlarıdır.
Hz. İbrahim bunun ardından, aynı yöntemi, kavminin
sözde ilahlarından biri olan Ay için kullanmış ve Ay'ın bir ilah
olmayacağını onlara yine akılcı bir yolla göstermiş olabilir. Daha
sonra aynı mantığı Güneş için de kullanmış ve bu arada özellikle
Güneş'in "en büyük" olduğuna dikkat çekmiş olabilir. Böylece, kavminin
ilah olarak edinmesi muhtemel olan en büyük maddi varlığı da devreden
çıkarmıştır. Güneş'in ötesinde, kavminin görebileceği daha büyük
bir maddi varlık yoktur ve dolayısıyla bunun bir ilah olmadığının
anlatılması, şirk sistemine önemli bir darbedir.
"Onu
ve kavmini, Allah'ı bırakıp da Güneş'e secde etmektelerken
buldum, şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece
onları (doğru) yoldan alıkoymuştur...
(Neml Suresi, 24)

|
Hz. İbrahim, en sonunda da "ben müşriklerden
değilim" sözleri ile tüm bunları Allah'ın yarattığını, O'nun
tek gerçek ilah olduğunu ve kendisinin de Allah'a şirk koşmadan
iman ettiğini açıklamıştır. Hz. İbrahim'in bu sözlerinden onun şirk
sistemini çok yakından bildiği anlaşılmaktadır. O, tüm bu örnekleri
bir tebliğ yöntemi olarak vermiş ve bu şekilde onların bozuk mantıklarını,
sapkınlıklarını ortaya çıkarmak istemiştir. Nitekim ayetlerden büyük
bir azgınlık içindeki kavminin onunla tartışmaya çalıştığı anlaşılmaktadır:
Kavmi onunla çekişip-tartışmaya girdi.
Dedi ki: "O beni doğru yola erdirmişken, siz benimle Allah konusunda
çekişip-tartışmaya mı girişiyorsunuz? Sizin O'na şirk koştuklarınızdan
ben korkmuyorum, ancak Allah'ın benim hakkımda bir şey dilemesi
başka. Rabbim, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. Yine de öğüt
alıp-düşünmeyecek misiniz?" (Enam Suresi, 80)
Hz. İbrahim kavmine tebliğ yaparken Allah'ın ilhamıyla
hareket etmiştir. İzlediği yöntemlerden, verdiği örneklerden Hz.
İbrahim'in Allah'ın vahyi ile hareket ettiği anlaşılmaktadır. Allah
"Bu, İbrahim'e, kavmine karşı verdiğimiz delilimizdir. Biz, dilediğimizi
derecelerle yükseltiriz. Şüphesiz senin Rabbin, hüküm ve hikmet
sahibidir, bilendir." (Enam Suresi, 83) ayetiyle Hz. İbrahim'e
kavmine karşı deliller verdiğini haber vermektedir.
Hz. İbrahim'in kullandığı bu tebliğ yöntemi, tüm
Müslümanlar için örnektir. Bir mümin de tebliğ yaparken karşı tarafın
çürük ve temelsiz fikirlerini birer birer çökertmeli ve bunun kesin
delillerini ortaya koymalıdır. Bunun arkasından da tebliğ yaptığı
kişileri Allah'a iman etmeye ve yalnızca O'na kulluk etmeye davet
etmelidir. Eğer bir insanın kendisine put edindiği kavramlar yıkılmaz
ve bu kavramları şirk koşmasına neden olan mantıklar ortadan kaldırılmazsa,
o kişinin Allah'a gerçek anlamda iman etmesi ve gerçek anlamda Müslüman
olması zorlaşır. Putların yıkılması, örneğin insanların kapıldıkları
batıl ideolojilerin, felsefelerin veya birtakım maddi varlıkların
terk edilmesi, gerçek imanın şartıdır.
Hz. İbrahim'in tebliğinden onun Allah'a olan sevgisi,
coşkulu imanı ve Allah'ın emirlerini uygulamadaki titizliği açık
bir şekilde anlaşılmaktadır. Kavmine ve babasına yönelik yaptığı
bir diğer tebliğ yöntemi de onun Allah'ın seçip beğendiği ve insanlara
üstün kıldığı, kutlu bir insan olduğunu bizlere en güzel şekilde
göstermektedir. Allah ayetlerde şu şekilde bildirmektedir:
Onlara İbrahim'in haberini de aktar-oku:
Hani babasına ve kavmine: "Siz neye kulluk ediyorsunuz?" demişti.
Demişlerdi ki: "Putlara tapıyoruz, bunun için sürekli onların önünde
bel büküp eğiliyoruz." Dedi ki: "Peki dua ettiğiniz zaman onlar
sizi işitiyorlar mı? Ya da size bir yararları veya zararları dokunuyor
mu?" "Hayır" dediler. "Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk."
(İbrahim) Dedi ki: "Şimdi neye tapmakta olduğunuzu gördünüz mü?
Hem siz hem de eski atalarınız?" (Şuara Suresi, 69-76)

Bu heykelde Hammurabi, sapkın inançlarının bir gereği
olarak sözde Sümer Güneş tanrısı Shamash'ı temsil eden
bir put önünde saygı gösterisinde bulunurken görülmektedir. |
Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi, Hz. İbrahim
kavmine putlara tapmanın ne kadar büyük bir sapkınlık ve akılsızlık
olduğunu çeşitli yöntem ve örneklerle anlatmıştır. Ancak kavminin
bu hatırlatmalara karşı verdiği tek cevap, "biz bunu atalarımızdan
gördük" olmuştur. Önceki bölümde de üzerinde durduğumuz gibi bu
cevap cahiliye toplumunda çok sık rastlanan, batıl inançları meşrulaştırmak
için kullanılan, alışıldık bir cevaptır. Ve hak dinin karşısında
hiçbir dayanağı yoktur. Bu ayetlerin devamında Hz. İbrahim, kavmini
Allah'a iman etmeye davet etmekte ve onlara Rabbimizi tanıtmaktadır:
"İşte bunlar gerçekten benim düşmanımdır;
yalnızca Alemlerin Rabbi hariç; Ki beni yaratan ve bana hidayet
veren O'dur; Bana yediren ve içiren O'dur; Hastalandığım zaman bana
şifa veren O'dur; Beni öldürecek sonra diriltecek olan da O'dur;
Din (ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur;" (Şuara
Suresi, 77-82)
Ayetlerde de görüldüğü gibi, Hz. İbrahim'in kavmi
şirk koştukları putlarına tapınmakta kararlı olduklarını sürekli
tekrarlamaktadırlar. Hz. İbrahim ise onlara Rabbimizi en güzel sıfatlarıyla
överek karşılık vermektedir. Allah kainatta bulunan canlı ya da
cansız tüm varlıkları, yoktan var edendir. Dünya üzerindeki tüm
nimetleri insanların hizmetine veren, onlara saymakla bitiremeyecekleri
kadar eşsiz güzellikleri bahşedendir. İnsanın dünyaya gelişi, büyümesi,
yemesi, içmesi, yürümesi, hareket etmesi, konuşması, gülmesi, kısacası
tüm hayatı Allah'ın dilemesiyle gerçekleşmektedir. Hz. İbrahim'in
de ayetlerde bildirdiği gibi, insan hastalandığı zaman ona şifayı
veren, iyileştirip, eski sağlıklı haline kavuşturan alemlerin Rabbi
olan Allah'tır. Allah izin vermedikçe ne ilaçların ne de doktorların
insanlara şifa vermesi mümkün değildir.
İnsanı var ettiği gibi eceli geldiği zaman canını
alacak olan da Allah'tır. İnsan daha dünyaya gelmeden önce kaç yıl,
kaç gün, kaç saat, hatta kaç saniye hayatta kalacağı Allah katında
belirlenmiştir. İnsanın hayatı boyunca başına gelecek olan her detay,
söyleyeceği her söz, yapacağı her hareket kaderinde yazılmıştır.
İnsan Allah'ın takdir ettiği kaderinin dışında tek bir hareket yapmaya
ya da tek bir söz söylemeye güç yetiremez.

Göklerin ve yerin gaybı Allah'ındır,
bütün işler O'na döndürülür; öyleyse O'na kulluk edin ve
O'na tevekkül edin... (Hud Suresi, 123) |
Allah dünya hayatını insanlara bir deneme olarak
yaratmıştır. İnsanlara bir hidayet önderi olarak elçilerini göndermiş,
hidayet rehberi olarak da ayetlerini vahyetmiştir. Her insan ahiret
gününde hayatı boyunca yaptıklarıyla hesaba çekilecektir. Rabbimize
iman eden, O'ndan korkup sakınan, Allah'ın emir ve yasaklarına titizlikle
uyan, tüm hayatını O'nun rızasını, rahmetini umarak salih amelle
geçiren iman sahipleri eşsiz nimetlerle karşılaşacaklardır. Allah
kullarına karşı çok merhametli, çok bağışlayıcı ve çok şefkatli
olandır. Allah hesap gününde iman eden kullarının kötülüklerini
örteceğini, onların hatalarını bağışlayacağını ve onlara sonsuz
cennet nimetleriyle karşılık vereceğini vaat etmiştir.
Burada çok önemli bir konuyu daha hatırlatmakta
fayda vardır: İnsanın tebliğ yaparak diğer insanları hidayete eriştirme
gücü yoktur. Tebliğ mümin için bir ibadettir. Bu ibadetin karşılığında,
kendisine tebliğ yapılan kişinin iman edip etmemesi tamamen Allah'ın
hidayet vermesine bağlıdır. Allah nasip etmezse hiç kimse iman edemez.
Nitekim Hz. İbrahim'in Allah'a olan imanından aldığı güçle yaptığı
bu tebliğe karşılık, Allah'tan korkmayan, vicdanlarının sesini dinlemeyen
ve akletme yeteneğinden yoksun olan kavmi, inkarda ısrarcı davranmıştır.
Ayrıca iman etmeyi kabul etmemekle kalmayıp, aynı zamanda daha da
azgınlaşarak Hz. İbrahim'i ölümle tehdit etmişlerdir. Hatta, biraz
sonra inceleyeceğimiz gibi, Hz. İbrahim'i ateşe atmaya kalkmışlardır.
İşte bu nedenle şu gerçek unutulmamalıdır: İman eden bir kişi çevresindeki
insanları ihlasla ve kararlılıkla Allah'a iman etmeye davet etmeli,
ancak onların iman etmemelerinden dolayı bir üzüntüye kapılmamalıdır.
Rabbimiz bir ayetinde "...
Hak Rabbinizdendir; artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin..."
(Kehf Suresi, 29) şeklinde buyurmakta ve Peygamberimiz (sav)'e
"Onlar mü'min olmayacaklar diye neredeyse kendini kahredeceksin
(öyle mi?)" (Şuara Suresi, 3) şeklinde bildirmektedir. Allah
Yusuf Suresi'nde şu şekilde buyurmaktadır:
Sen şiddetle arzu etsen bile, insanların
çoğu iman edecek değildir. Oysaki sen buna karşı onlardan bir ücret
de istemiyorsun. O, alemler için yalnızca bir 'öğüt ve hatırlatmadır.'
(Yusuf Suresi, 103-104)
Hz. İbrahim'in kavminin, içinde bulundukları sistemin
saçma olduğunu vicdanen görmelerine rağmen inkarda diretmelerinin
sebeplerinden biri, menfaatlerine olan düşkünlükleridir. Yaşamakta
oldukları şirk sistemi, onlara çeşitli dünyevi menfaatler sağlamaktadır
ve bu kurulu düzenin değişmesi onların çıkarları ile çatışmaktadır.
(Aynen Mekke'deki putlar sayesinde büyük ticari karlar elde eden
Mekke liderlerinin, Peygamber Efendimizin tebliğine karşı çıkmaları
gibi.) Bu, gerçekte Allah'ın peygamberleri için takdir ettiği bir
kanundur. Kuran'da belirtildiği üzere, her dönemde gönderilen elçilere
karşı çıkılmış; peygamberler ölüm ile tehdit edilmiş ve asılsız
iftiralara uğramışlardır. Bu mübarek, kıymetli insanlar, kimi zaman
büyücülükle, kimi zaman delilik, kimi zaman da "şairlik", yani Allah
adına sözler uydurmak şeklinde çirkin ve asılsız iftiralarla suçlanmışlardır.
Bir başka deyişle, peygamberleri suçlayanlar, onları sapkın, kendilerini
ise hak yolda ilan etmek gibi bir sahtekarlığa başvurmaktan çekinmemişlerdir.
Ancak unutulmamalıdır ki, bu insanlar büyük bir
akılsızlığın kuşatması altındadırlar. Menfaatlerini korumaya çalışırlarken
aslında kendilerini kendi elleriyle sonsuza kadar sürecek bir azaba
sokmaktadırlar. Allah güzel ahlakları, takvaları, derin imanları
ile tüm insanlara örnek kıldığı peygamberlerine isyan eden insanların
uğrayacakları sonu şöyle haber vermiştir:
... Onlar, Allah'tan bir gazaba uğradılar
da üzerlerine aşağılanma (damgası) vuruldu. Bu, Allah'ın ayetlerini
inkar etmeleri ve peygamberleri haksız yere öldürmeleri nedeniyledir.
(Yine) Bu, isyan etmeleri ve haddi aşmaları dolayısıyladır. (Al-i
İmran Suresi, 112)
Hz. İbrahim'in Putlara Kurduğu
Tuzak
Kuran'da bildirildiğine göre, Allah Kendisi'nden
korkan kullarına "doğruyu yanlıştan ayırt etme" yeteneği verir.
Bu, sadece müminlere has olan çok büyük bir lütuf, üstün bir nimettir.
Hz. İbrahim'in, kavmini Allah'a iman etmeye davet ederken izlediği
yöntemler, aldığı kararlar ve kullandığı üslup, Allah'ın seçkin
kullarına bahşettiği bu büyük nimetin önemli örnekleridir.
Hz. İbrahim'in hayatındaki bu örneklerden biri,
kavminin putlarına kurduğu tuzaktır. Hz. İbrahim, çok sayıda olan
bir topluluğa karşı tek başına mücadele vermiştir. Bu, elbette tehlikeli
bir ortamın varlığını ve dolayısıyla da tedbir alınması gerektiğini
gösterir. Nitekim Hz. İbrahim de inkarcıların kendisine zarar vermelerini
ve tebliğinin önünü kesmelerini önlemek için tedbirler almıştır.
Örneğin etrafındaki müşrikleri uzaklaştırmak için "hastayım" demiştir:
Hani babasına ve kavmine demişti ki:
"Sizler neye tapıyorsunuz? Birtakım uydurma yalanlar için mi Allah'tan
başka ilahlar istiyorsunuz? Alemlerin Rabbi hakkındaki zannınız
nedir?" Sonra yıldızlara bir göz attı. "Ben, doğrusu hastayım" dedi.
Böylelikle arkalarını çevirip ondan kaçmaya başladılar. (Saffat
Suresi, 85-90)
Hz. İbrahim inkarcı topluluğu kendinden uzaklaştırdıktan
sonra putların yanına gitmiş ve onları parçalamıştır:
Bunun üzerine onların ilahlarına sokulup:
"Yemek yemiyor musunuz?" dedi. "Size ne oluyor ki konuşmuyorsunuz?"
Derken onların üstüne yürüyüp sağ eliyle bir darbe indirdi. (Saffat
Suresi, 91-93)
Böylece o, yalnızca büyükleri hariç
olmak üzere onları paramparça etti; belki ona başvururlar diye.
(Enbiya Suresi, 58)

Gerçekten iman edenler, Yahudiler,
yıldıza tapanlar (Sabii) Hıristiyanlar, ateşe tapanlar
ve şirk koşanlar; şüphesiz Allah, kıyamet günü aralarını
ayıracaktır.
(Hac Suresi, 17) |
Hz. İbrahim'in, putların sadece birini sağlam bırakmış olmasının
da önemli bir hikmeti vardı. Hz. İbrahim'in kavmi putların bulunduğu
yere gittiklerinde, sözde ilahlarının paramparça olduğunu ve yalnızca
en büyük olan putun kaldığını gördüler. Ve hemen bunu yapan kişiyi
aramaya başladılar. Hz. İbrahim'in putlara ve bu müşrik inanca olan
mücadelesini bildiklerinden dolayı putları onun kırdığını hemen
anladılar ve kendilerince intikam almak için Hz. İbrahim'i arayıp
buldular:
"Bizim ilahlarımıza bunu kim yaptı?
Şüphesiz o, zalimlerden biridir" dediler. "Kendisine İbrahim denilen
bir gencin bunları diline doladığını işittik" dediler. Dediler ki:
"Öyleyse, onu insanların gözü önüne getirin ki, ona (nasıl bir ceza
vereceğimize) şahid olsunlar." İbrahim'i getirdikten sonra; dediler
ki: "Ey İbrahim, bunu ilahlarımıza sen mi yaptın?" (Enbiya Suresi,
59-62)
Bu soru, Hz. İbrahim'in neden en büyük putu kırmayıp
sağlam bıraktığını da ortaya çıkarıyordu:
"Hayır" dedi. "Bu yapmıştır, bu onların
büyükleridir; eğer konuşabiliyorsa, siz onlara soruverin." (Enbiya
Suresi, 63)
İnkarcılar, Hz. İbrahim'in bu cevabı üzerine putların
konuşmaya güç yetiremeyeceğini ister istemez düşündüler ve anladılar.
O güne kadar bu taş parçalarının hiçbir gücü olamayacağını anlatan
Hz. İbrahim'e inanmayan bu insanlar, onun bu hikmetli planı ile
bu gerçeği kavradılar:
Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular
da; "Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz (biziz)" dediler. (Enbiya
Suresi, 64)
Ancak inkarcıların bu pişmanlığı kısa sürdü. Gerçeği
anlamış olmalarına rağmen, sırf kendilerine atalarından miras kalan
ve geçici dünyevi menfaatleri ile uyuşan şirk sistemini sürdürmek
için Hz. İbrahim'e tekrar karşı çıktılar:
Sonra, yine tepeleri üstüne ters döndüler:
"Andolsun, bunların konuşamayacaklarını sen de bilmektesin. Dedi
ki: "O halde, Allah'ı bırakıp da sizlere yararı olmayan ve zararı
dokunmayan şeylere mi tapıyorsunuz? Yuh size ve Allah'tan başka
taptıklarınıza. Siz yine de akıllanmayacak mısınız? Dediler ki "Eğer
(bir şey) yapacaksanız, onu yakın ve ilahlarınıza yardımda bulunun."
(Enbiya Suresi, 65-68)
Hz. İbrahim'in bu kıssada sergilediği tavırlar,
ince bir plan ve hikmeti göstermektedir. Kavmine "hastayım" diyerek
onları yanından uzaklaştırmış ve böylece kendisine rahat bir faaliyet
imkanı oluşturmuştur. Sonra putları kırmış, ama en büyük olan putu
ayakta bırakmıştır. Bunu, putların kırıldığını gören kavminin vereceği
tepkilerin neler olabileceğini düşünerek yapmıştır. Hz. İbrahim'in
kurduğu bu tuzak, onun Allah'ın vahyi ile hareket eden, üstün akıl
ve basiret sahibi bir elçi olduğunu bizlere göstermektedir. O, Allah'ın
ilhamıyla çok hikmetli bir tuzak kurmuş ve Allah'ın izniyle çok
güzel bir başarı elde etmiştir. Putları kırdıktan sonra, bunun en
büyük put tarafından yapıldığını söylemekle kavmini kendi inançlarını
sorgulamaya yöneltmiştir. İlk başta belirlemiş olduğu plan böylece
aşama aşama gerçekleşmiştir.
Hz. İbrahim'in putları kırmasındaki asıl amaçlardan
biri, kavminin sahip olduğu inanç sisteminin ne kadar akıl dışı
olduğunu onlara kavratabilmektir. Çünkü eğer bu yaptıklarının saçmalığını
anlamazlarsa, tekrar yeni putlar oluşturup onlara aynı şekilde tapınmaya
devam edeceklerini biliyordu. Bu nedenle önemli olan, putlara tapmanın
Allah'ın vahyine ve imana karşı olan batıl bir sapkınlık olduğunu
onlara kavratmaktır.

Allah; sizi yarattı, sonra size
rızık verdi, sonra sizi öldürmekte, daha sonra sizi diriltmektedir...
Ortaklarınızdan bunlardan herhangi birini yapacak var
mı?.. (Rum Suresi, 40) |
Yemeyen, içmeyen, hareket edemeyen heykellerin
bir insana zarar verebileceğini ya da bir fayda getirebileceğini
düşünmek, çok büyük bir akılsızlıktır. Bunu düşünenler, yani putperestler
bir sıkıntı ya da zorlukla karşılaştıklarında putlardan medet ummakta,
onlardan yardım istemekte, onların istemeyeceğini düşündükleri bir
şey yapmamaktadırlar. Çünkü bu putlardan korkmakta, cansız putların
tüm kainatı ve canlıları var ettiklerine, tüm evreni yönetip yönlendirdiklerine,
insanlara sağlık, bereket, rızık, güç, anlayış verdiğine inanmaktadırlar.
Böylesine büyük bir gaflete kapılacak derecede akıl ve anlayıştan
yoksundurlar. Allah müşriklerin ne kadar büyük bir sapkınlık içinde
olduklarını ayetlerde şu şekilde haber verir:
Oysa (bu şirk koştukları güçler ve
nesneler) ne onlara bir yardıma güç yetirebilir, ne kendi nefislerine
yardım etmeğe. Onları hidayete çağırırsanız size uymazlar. Onları
çağırırsanız da, suskun dursanız da size karşı (tutumları) birdir.
(Araf Suresi, 192-193)
Onların yürüyecek ayakları var mı?
Ya da tutacakları elleri mi var? Veya görecek gözleri mi var? Yoksa
işitecek kulakları mı var? De ki: "Ortak koştuklarınızı çağırın,
sonra bir düzen (tuzak) kurun da bana göz bile açtırmayın." (Araf
Suresi, 195)
Ancak bu anlayışsızlığın sadece Hz. İbrahim döneminde
kaldığını sanmak ise büyük bir yanılgı olur. Putperestlik hala yaşamaktadır,
farklı isimler altında olsa bile. Örneğin Hz. İbrahim'in karşılaştığı
putperestlerin inançları, günümüzdeki Darwinistlerin inandıkları
dogmalarla çok büyük bir benzerlik göstermektedir.
Hz. İbrahim'in Putperest Kavmi
ile Günümüz Darwinistleri Arasındaki Benzerlikler
Hz. İbrahim dönemindeki müşrik kavimler taştan,
topraktan ve tahtadan heykeller yapıyor, daha sonra kendi elleriyle
yaptıkları bu putlara tapıyorlardı. Sapkın inanışları gereği, tapındıkları
heykellerin kainatın işleyişi üzerinde bir güce sahip olduğuna inanıyorlardı.
Bu batıl inanışa göre, putlar karar alma, bunları uygulama, canlıları
cezalandırma ya da ödüllendirme yetkilerine sahipti. Bir başka deyişle
söz konusu müşrikler, bu heykelleri oluşturan cansız maddenin, sözde
yaratma ve insanları yönetme gücüne sahip olduğunu sanıyorlardı.
Hiç şüphesiz bu çok büyük bir sapkınlık, Allah'ın Kuran ayetlerinde
bildirdiği çok büyük bir günahtır. Nitekim Allah bir Kuran ayetinde
şu şekilde buyurmaktadır:
Gerçekten, Allah, Kendisi'ne şirk
koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar.
Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş
olur. (Nisa Suresi, 48)
O'nun dışında, hiçbir şeyi
yaratmayan, üstelik kendileri ya-ratılmış olan, kendi
nefislerine bile ne zarar, ne yarar sağlayamayan, öldürmeye,
yaşatmaya ve yeniden diriltip-yaymaya güçleri yetmeyen
birtakım ilahlar edindiler. (Furkan Suresi, 3)
|
Günümüzde de Darwin'in evrim teorisini savunanlar,
Hz. İbrahim döneminde yaşayan bu insanların sapkın inanışlarına
çok benzer bir batıl anlayışın peşinden gitmektedirler. Onlar da
karbon, hidrojen, oksijen, kalsiyum, magnezyum, demir gibi elementlerin,
çeşitli mineraller içeren çamurlu suyun, zaman ve tesadüflerin yardımı
ile üstün bir güce ve hür iradeye sahip olduğuna inanmaktadırlar.
Darwinistlerin sapkın iddialarına göre, dünyanın ilk dönemindeki
çamurdan, zaman içinde tesadüflerin yardımı ile canlılık meydana
gelmiştir. Doğadaki tüm güzellikleri, hayvanları ve en önemlisi
şuurlu bir insanı oluşturma kararını sözde yine bu çamurlu su, zaman
ve tesadüf üçlüsü almıştır. Bu batıl inancın kökeni, cansız maddeleri
akıl ve irade sahibi, karar alabilen ve bu kararları uygulayabilen
varlıklar olarak kabul etmeye kadar gitmekte ve böylece madde adeta
bir ilah olarak görülmektedir. Bu durumda evrende görülen her varlığın
kendi kendine ve tesadüfler sonucunda meydana geldiği iddia edilmekte
ve her varlık tesadüflerle birlikte ilah olarak kabul edilmektedir.
(Allah'ı tenzih ederiz.) Oysa kendi bedeninden başlayarak, çevresini
saran canlı ve cansız varlıkları inceleyen her insan, tüm kainatı
sonsuz bir güce, akla ve ilme sahip olan bir Yaratıcı'nın var ettiğini
görecektir. Üzerinde yaşadığı gezegenden bedeni arasındaki kusursuz
uyuma, uzaydaki galaksiler, yıldızlar ve tüm diğer gök cisimleri
arasındaki dengeden saymakla bitiremeyeceğimiz kadar eşsiz nimetlerle
bezenmiş yeryüzüne kadar her bir detay, sonsuz merhamet ve şefkat
sahibi bir Yaratıcı'nın varlığının delillerindendir. O üstün Yaratıcı,
alemlerin Rabbi olan Yüce Allah'tır. Rabbimiz insanın biraz düşünerek
bulabileceği bu apaçık gerçeği Hz. İbrahim gibi elçileri aracılığı
ile de tüm insanlara bildirmiştir. Ne var ki, tarih boyunca birçok
insan kendilerine anlatılan gerçekleri inkar etmişler, Allah'ın
varlığını inkarda diretmişlerdir. Allah, son vahyi olan Kuran'da
bu tür insanların varlığını şöyle bildirir:
Olanca yeminleriyle, eğer kendilerine
bir ayet gelse, kesin olarak ona inanacaklarına dair Allah'a yemin
ettiler. De ki: "Ayetler, ancak Allah katındadır; onlara (mucizeler)
gelse de kuşkusuz inanmayacaklarının şuurunda değil misiniz? Biz
onların kalplerini ve gözlerini, ilkin inanmadıkları gibi tersine
çeviririz ve onları tuğyanları içinde şaşkınca dolaşır bir durumda
terk ederiz. Gerçek şu ki, Biz onlara melekler indirseydik, onlarla
ölüler konuşsaydı ve herşeyi karşılarına toplasaydık, -Allah'ın
dilediği dışında- yine onlar inanmayacaklardı. Ancak onların çoğu
cahillik ediyorlar. (Enam Suresi, 109-111)
Görüldüğü gibi şuursuz minerallerin, atomların
ve tesadüflerin kusursuz ve eksiksiz tasarımlar ortaya çıkardıklarını
iddia etmekle totemlerin önünde eğilip tahta heykelden sağlık ve
bereket istemek, aynı sapkınlığın devamından başka bir şey değildir.
Değişen tek şey bu sapkınlığa verilen isimler, bunu tarif etmek
için kullanılan kavramlardır.
Hz. İbrahim'in içinde yaşadığı, Allah'a ortaklar
koşan sapkın toplumun sahip olduğu inanca göre kainatı düzenleyen,
yöneten, canlıları yönlendiren, hareket ettiren çeşitli putlar vardı.
Darwinistler de benzer bir biçimde tüm canlıların ve kainattaki
kusursuz tasarımın cansız maddelerin (atomların, moleküllerin, doğa
güçlerinin, cisimlerin kimyasal ve fiziksel özelliklerinin) etkisiyle
oluştuğuna inanırlar. Bir putperestin putlara böyle bir gücü atfetmesi
gibi, Darwinistler de "maddenin kendi kendini örgütlemesi", "doğanın
türleri yaratması" gibi kavramlarla cansız maddelere hayali bir
yaratma gücü atfeder, onları putlaştırırlar.
..."İbrahim'in makamını
namaz yeri edinin", İbrahim ve İsmail'e de, "Evimi,
tavaf edenler, itikafa çekilenler ve rüku ve secde edenler
için temizleyin" diye ahid verdik. (Bakara Suresi,
125)
 |
Evrim teorisini savunan popüler yayınlarda bu durum
açıkça gözlenebilir. Bu yayınlarda yer alan yazılarda Darwinistlerin
putlarından sıkça bahsedilir, bu putların en başındaki put ise "Tabiat
Ana" olarak isimlendirilir. Bu sapkınlığı savunanlar kainattaki
tüm gelişmelerin, değişimlerin sözde Tabiat Ana'nın -ya da Doğa'nın-
yönlendirmesi ve iradesiyle gerçekleştiğine inanırlar. Canlılardaki
kusursuz güzellikleri, tüm canlıların meydana gelişini, ölümlerini,
doğal felaketleri Tabiat Ana'dan bilir, onun gazabı ya da mucizesi
olarak yorumlarlar. Doğadaki bir güzellikten bahsederken "doğanın
insana armağanı", bir felaketten bahsederken de "tabiat ananın gazabı"
gibi sapkınlıklarını gözler önüne seren cümleler sarf ederler. Ancak
Tabiat Ana'nın gücünü nereden aldığına, ne ya da kim olduğuna dair
hiçbir açıklama yapmazlar. Bu, elbette çok büyük bir akılsızlık,
çok çirkin bir iftiradır. Söz konusu kişiler Allah'a açıkça şirk
koşmakta ve bu çarpık inançlarını da sözde bilimsel bir temele dayandırmaya
çalışmaktadırlar. Darwinizm'in çağdaş eleştirmenlerinden biri olan
Amerikalı düşünür Prof. Philip Johnson, evrim teorisine ve genel
olarak çağımızdaki materyalist felsefeye olan inancın bir tür putperestlik
olduğunu şöyle anlatır:
İnkar, her zaman için biz insanlar
için saptırıcı bir tutku olmuştur. Açık ateizm ise, inkarın sadece
inkarın en yüzeysel şeklidir... (İnkarın) bir diğer eski stratejisi
ise, Yaratıcı'nın yerine, kontrolümüz altındaki bir başka varlığı
yerleştirmektir. Bunun ismi putperestliktir. İlkel kabileler
putlarını tahtadan veya kilden yaparlardı. Çağdaş entelektüeller
ise, kendi teorilerini putları haline getirmektedirler... 'Tanrı'
kelimesini kullansalar bile, bunu tesadüf ve doğa kanunları gibi
göstermektedirler. Bu stratejiyi kullananların tümü, Yaratıcı'nın
yerine yaratılmış varlıkları koymaktadırlar ve zaten bu da putperestliğin
özüdür.3
Gerçekten de "Tüm kainatı yoktan var eden Rabbimizin
yerine, kendileri de yaratılmış olan aciz varlıkları koymak" (Allah'ı
tenzih ederiz), binlerce yıldır süregelen putperestliğin temelidir.
İşte Hz. İbrahim de aynı sapkın hayat görüşüne sahip olan kavmiyle
mücadele etmiştir. Allah ayetlerinde bu durumu şu şekilde bildirir:
(İbrahim) Hani babasına demişti: "Babacığım,
işitmeyen, görmeyen ve seni herhangi bir şeyden bağımsızlaştırmayan
şeylere niye tapıyorsun? (Meryem Suresi, 42)
(İbrahim) Hani babasına ve kavmine
demişti ki: "Sizin, karşılarında bel büküp eğilmekte olduğunuz bu
temsili heykeller nedir? "Biz atalarımızı bunlara tapıyor bulduk"
dediler. Dedi ki: "Andolsun, siz ve atalarınız apaçık bir sapıklık
içindesiniz." (Enbiya Suresi, 52-54)
Maddenin bir bilinç sahibi olmadığı, dolayısıyla
maddi varlıklara bilinç atfetmenin büyük bir yanılgı olduğu açıktır.
Atomların, moleküllerin, çamurlu suyun ya da tesadüflerin bir şuuru,
karar alma gücü, düşünme yeteneği yoktur. Atomlar şuursuz, cansız
maddelerdir. Oysa evrende var olan herşeyin ancak üstün bir şuur
ve iradenin varlığıyla hayat bulabileceği açık bir gerçektir. Bu
üstün şuur ve iradenin tümü alemlerin Rabbi olan Allah'a aittir.
Tüm kainat, sonsuz ilim sahibi olan Allah'ın yaratmasıdır. Kainatın
her ayrıntısında Allah'ın yaratışındaki kusursuzluk, üstün akıl
ve olağanüstü ilim açıkça görülmektedir. Allah canlı cansız tüm
varlıkları yoktan var etmiş, bu varlıkların her birine insanı büyük
bir hayranlık içinde bırakan mükemmel özellikler bahşetmiştir.
Hz. İbrahim Ay'ın, Güneş'in ya da yıldızların bir
yaratıcı güçleri olamayacağını insanlara göstermiş ve bu şekilde
onları şirk koşmaktan vazgeçip Allah'a iman etmeye çağırmıştır.
Bu sırada izlediği yol ise -daha önce de belirttiğimiz gibi- bizler
için çok önemli işaretler içermektedir. Hz. İbrahim önce "olamazları"
-yani putperestliğin temelini oluşturan inançların neden batıl ve
geçersiz olduğunu- insanlara Allah'ın ilhamı ile en hikmetli ve
en etkili şekilde göstermiştir. Onun kullandığı bu yöntem, tüm iman
sahipleri için önemli bir yol göstericidir. Günümüzde bazı çevreler,
Darwinizm ve materyalizm gibi ateist felsefelerin geçersizliğinin
ve bunları savunan kimselerin yanılgılarının ortaya konmasını gereksiz
görmektedirler. Onlara göre Allah'ın üstün yaratış sanatının anlatılması
yeterlidir ve Darwinizm'in geçersizliğinin anlatılmasına gerek yoktur.
Oysa bu, son derece hatalı bir bakış açısıdır. Çünkü insanların
yıllardır alıştıkları hatalı düşünme şekillerini düzeltmenin en
önemli yollarından biri, onların akıllarında yer eden tüm soru işaretlerinin
birer birer açıklanmasıdır. Bu nedenle de insanlara Allah'ın varlığının
delillerini, Rabbimizin yaratış gerçeklerini anlatırken, bir yandan
da evrim teorisinin neden geçersiz olduğunun da mutlaka açıklanması
gerekir. Böylece insanlar kendi fikirlerinin ne kadar dayanaktan
yoksun olduğunu, yıllarca büyük bir aldatmacanın peşinden gittiklerini
kavrayacak ve Allah'ın varlığının apaçık bir gerçek olduğunu daha
kolay anlayacaklardır.
 |
Darwinistler
evrendeki canlı ve cansız tüm maddelerin, atomların,
moleküllerin, doğa güçlerinin, cisimlerin kimyasal
ve fiziksel özelliklerinin etkisiyle ve tesadüflerin
yardımıyla, zaman içinde oluştuğuna inanırlar. Oysa
evrimcilerin istedikleri tüm şartlar biraraya getirilse
bile, bir canlı oluşması mümkün değildir. Evrimciler,
resimdeki gibi bir varile canlıları oluşturan tüm
atomları, enzimleri, hormonları, proteinleri ve
istedikleri tüm elementleri koysunlar, daha sonra
bunları istedikleri yöntemlerle karıştırsınlar ve
istedikleri kadar -gerekirse milyonlarca yıl- beklesinler.
Ne yaparlarsa yapsınlar ve ne kadar beklerlerse
beklesinler, bu varilden tek bir canlı varlık, hatta
tek bir canlının tek bir hücresini dahi çıkaramazlar. |
|
Darwinizm'in neden geçersiz olduğunun madde madde
anlatılması, bu anlayışı savunan insanların tüm dayanaklarını ortadan
kaldırır. Böylece bütün "yanılgılar ve imkansızlıklar" ortaya konmuş
olur. Hz. İbrahim de Allah'a olan coşkulu imanından kaynaklanan
üstün kavrayışı ve basireti sayesinde, taştan ve tahtadan putların
ya da Güneş'in, Ay'ın, yıldızların neden ilah olamayacağını delilleriyle
en hikmetli şekilde ortaya koymuştur. Allah'ın varlığını ve yaratılış
gerçeğini tebliğ eden insanlar da, güzel ahlakı ve güçlü imanı ile
Allah'ın insanlara örnek kıldığı Hz. İbrahim ile aynı yöntemi izleyebilirler.
Hz. İbrahim'in kavmi ile Darwinistler arasındaki
bir diğer benzerlik de yapılan tebliğ karşısında verdikleri cevaplardır.
Putperestler taştan ve tahtadan heykellerin hiçbir şeye güç yetiremeyeceğini
anlamış ve bunu kendileri de dile getirmişlerdir. Allah, "Bunun
üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da; 'Gerçek şu ki, zalim
olanlar sizlersiniz (biziz)' dediler." (Enbiya Suresi, 64)
ayetiyle bizlere bu gerçeği bildirir. Ancak gerçekleri apaçık görmelerine
ve kalben kabul etmelerine rağmen inkarda direnmiş, putlarına sadakatte
kararlı olmuşlardır.
Darwinistler de, evrim teorisinin bilim karşısında
tüm dayanaklarını yitirdiğini, günümüzde Darwinizm'i somut bilimsel
delillerle kanıtlamanın imkansız hale geldiğini çok iyi bilmektedirler.
(Detaylı bilgi için bkz. Evrimcilerin İtirafları, 2. Baskı, Harun
Yahya, Araştırma Yayıncılık) Allah'ın üstün yaratış delillerini
ortaya koyan her çalışma onları daha da büyük bir ümitsizliğe ve
hezimete sürüklemektedir. Canlılardaki kusursuz tasarım örnekleri,
kompleks sistemler, mükemmel yaratılış detayları bilim adamları
tarafından ardı ardına açıklanmakta, Darwinizm'in iddiaları bilim
karşısında birer birer ortadan kaldırılmaktadır. Ancak Darwinistler
bunu açıkça kabul etmemekte, bu düşüncelerini sadece satır aralarında
ve istemeden dile getirmekte, ama tam anlamı ile kabullenememektedirler.
Bu konudaki her tartışmada Darwinistler teorilerini körü körüne
savunmaya, karşı delilleri görmezden gelmeye devam etmektedirler.
İşte bu noktada iman edenler çok önemli bir gerçeği
asla unutmamalıdırlar: Önemli olan, bir gerçeği sözle tasdik etmek,
görünürde kabul etmek değildir. Önemli olan, kalben bu gerçeğin
farkında olmaktır. Darwinistler de yaratılış gerçeğini kalben kabul
etmiş durumdadırlar. Samimi düşüncelerini insanların önünde dile
getirmemeleri bu gerçeği değiştirmemektedir. Üstelik Darwinistlerin
vicdanen yaratılış gerçeğini çok iyi anladıkları halde reddetmeleri,
Kuran'da bizlere bildirilen bir gerçeği de ortaya koymaktadır: "Sadece
az bir topluluğun iman edeceği".
İman edenlere düşen görev ise, gerçekleri tekrar
tekrar anlatmak, anlamayanlar için yeni yöntemler ve üsluplar geliştirmek,
insanlara Allah'ın dinini en güzel şekilde tebliğ edebilmek için
geniş kapsamlı bir fikri mücadele yürütmek olmalıdır. Bu mücadeleyi
yürütecek kişiler Allah'a teslimiyetli ve tevekküllü olmalıdırlar.
Çünkü muhatap oldukları kişilere hidayeti verecek olan Allah'tır.
Tüm anlatılanlar, ancak Allah dilerse anlatılan kişilerde etki uyandıracaktır.
Hz. İbrahim de kavmine tebliğ yaparken çok sabırlı
davranmış, tevekkülü ve teslimiyeti ile tüm insanlara örnek olmuştur.
O, her durumda Allah'ın kendisi ile birlikte olduğunu bilmiş, her
anı olduğu gibi, zor gibi görünen olayları da Allah'ın yarattığına
ve Rabbimizin her olayı en güzel ve en hayırlı şekilde sonuçlandıracağına
iman etmiştir. Kavminin tehditleri karşısında elinden gelen tüm
çabayı göstermiş, ancak sonucun Allah'a ait olduğunu bilerek, O'na
dayanıp güvenmiştir. Allah, onun bu güzel tevekkülü karşısında onu
daima güçlü ve başarılı kılmıştır.
Hz. İbrahim'in Fikri Mücadelesi
Hz. İbrahim'in kavmi inkarda direnen zorba bir
topluluktu ve ayetlerde de bildirildiği üzere bu kıymetli insanla
kendilerince tartışmaya girmeye çalışmışlardır. Hz. İbrahim ise,
başına gelen her olayda büyük bir sabır göstermiş, Allah'ı vekil
tutup O'na hamd ederek üstün bir ahlak göstermiştir. Hz. İbrahim
kavmine tebliğ yaparken daima tüm somut delilleri ortaya koymuş,
Allah'ın ona bahşettiği üstün hikmet sayesinde en etkili örnekleri
vermiş ve son derece ikna edici bir yöntem kullanmıştı. O, Allah'ın
hoşnut olacağı gibi bir ahlak göstermiş, insanlara her zaman şefkatle
ve merhametle yaklaşmıştı.
Hz. İbrahim uyguladığı planla, karşısındaki putperest
topluluğun batıl inancının tüm temel dayanaklarını ortadan kaldırmıştır.
Bu sapkın inançların en ufak bir akli temeli olmayan, mantıkla çelişen,
Allah'ın vahyine aykırı bir inanış olduğunu delillendirmiştir.
Kavmi ve özellikle de babası Azer ise, Hz. İbrahim'e
karşı zorba yöntemler kullanmak istemiştir. Oysa Hz. İbrahim sadece
fikri bir çalışma yapmış, inkar edenlere karşı fikri bir mücadele
yürütmenin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymuştur. Karşısındakiler
onu taşlamak, evinden sürmek ve hatta öldürmek istemiş, ama o kavminin
zorbalıklarına güzellikle karşılık vermiştir. Bu, Allah'ın Kuran'da
da iman edenlere emrettiği üstün bir ahlak özelliğidir:
İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen,
en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün
ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir
dost(un) oluvermiştir. (Fussilet Suresi, 34)
Hz. İbrahim tevekkül etmiş, kavminin düşmanca tavrı
karşısında her zaman Allah'a olan güçlü imanı, samimiyeti, teslimiyeti,
ihlası ona güç vermiş, Allah'ın varlığını anlatmak için çok etkili
yöntemler geliştirmiştir. Hayatı boyunca çok büyük bir kararlılık
ve şevkle inkar edenlere karşı fikri mücadele yürütmüş ve Allah'ın
rızası, rahmeti, cenneti dışında hiçbir karşılık beklememiştir.
Şunu hiç unutmamak gerekir ki, herkesin iman ettiği
ve Allah'ın rızasına göre yaşadığı bir toplum içinde iman etmek
daha kolaydır. Bu toplumda insan, çevresindeki kişilerin hayatlarını
gözlemleyerek doğru yolu kolaylıkla bulabilir. Ancak imansızların,
Allah'ı inkar edenlerin sayıca çok olduğu bir ortamda iman etmek,
Allah'ın razı olacağı gibi bir yaşam sürmek daha ciddi bir kararlılık
gerektirir ve dolayısıyla daha makbul olabilir. (En doğrusunuAllah
bilir.) İşte Hz. İbrahim de bu yönüyle Allah'ın insanlara üstün
kıldığı kutlu bir peygamberdir.
Günümüzde bazı kişiler, çevrelerindeki insanların
bir kısmının Allah'ın varlığını inkar etmesi ve Kuran ahlakının
dışında yaşam sürmesinden dolayı ümitsizliğe kapılmakta, Allah'ın
rızasını kazanma yönündeki şevklerini yitirmektedirler. Oysa Müslüman,
bütün dünya inkar etse dahi, Allah'a gönülden teslim olmakla, O'nun
hoşnut olacağı gibi bir yaşam sürmekle yükümlüdür. Allah,
"Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah'a gönülden
yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi." (Nahl
Suresi, 120) ayetiyle Hz. İbrahim'in gerçek imanı tek başına
yaşayabilen, sadece Allah'a yönelen bir kul olduğunu bildirmektedir.
İşte bu nedenle de tüm iman edenlerin aynı Hz. İbrahim gibi kesin
kararlılık gösterip, koşullar ne olursa olsun inkar edenlerin aldatmacaları
ve tuzakları karşısında gevşekliğe kapılmamalıdırlar.
Hz. İbrahim'in Ateşe Atılmak
İstenmesi
Putlarının kırılmasından dolayı öfkelenen inkarcılar,
Hz. İbrahim'e şiddetle ve baskıyla karşılık vermeyi kararlaştırmışlardır.
Bunun için de Hz.İbrahim'i ateşe atarak yakmak gibi büyük bir zalimliğe
başvurmuşlardır:
Dediler ki: "Onun için (yüksekçe)
bir bina inşa edin de onu çılgınca yanan ateşin içine atın." Böylelikle
ona bir tuzak hazırlamak istediler. Oysa Biz, onları alçaltılmışlar
kıldık. (Saffat Suresi, 97-98)
Başka bir ayette de Allah, kavminin Hz. İbrahim'e
ne kadar düşmanca yaklaştığını, onu mutlaka öldürmek için tuzak
hazırladıklarını şu şekilde bildirir:
Bunun üzerine kavminin (İbrahim'e)
cevabı yalnızca: "Onu öldürün ya da yakın" demek oldu. Böylece Allah
onu ateşten kurtardı. Şüphesiz bunda, iman eden bir kavim için ayetler
vardır. (Ankebut Suresi, 24)
Müşriklerin, Allah'ın varlığının delillerini açıkça
gördükleri halde, içlerinde Hz. İbrahim'i ateşe atacak kadar büyük
bir öfke hissetmeleri, bu kişilerin elçilere ve iman sahiplerine
olan kin ve tahammülsüzlüklerinin önemli bir örneğidir. Allah Kuran'da
inkarcılar tarafından ateşe atılan diğer bazı müminlerin de haberini
vermektedir:
Kahrolsun Ashab-ı Uhdud; 'Tutuşturucu-yakıt
dolu o ateş,' Hani kendileri (ateş hendeğinin) çevresinde oturmuşlardı.
Ve mü'minlere yaptıklarını seyrediyorlardı. Onlardan, yalnızca 'üstün
ve güçlü olan,' övülen Allah'a iman ettiklerinden dolayı intikam
alıyorlardı. (Buruc Suresi, 4-8)
Ancak Allah inkarcıların tüm tuzaklarını olduğu
gibi, zulmünü de boşa çıkarır. Müminler, kendilerine yapılan işkenceden
dolayı Allah katında büyük bir sevap kazanırken, onlara bu zulmü
yapan inkarcılar ebedi cehennem azabına müstahak olurlar.
İlk bakışta Hz. İbrahim'in çok sayıda inkarcı tarafından
yakılarak öldürüleceği zannedilmektedir. Fakat ölüm ancak Allah'ın
dilemesiyle olduğu gibi, ateş de ancak Allah'ın dilemesi ile "yakma"
özelliğine sahip olmaktadır. Herşeyi yaratan Allah, o an ateşe Hz.
İbrahim'e karşı "soğuk ve esenlik" olmasını emretmiş, inkar edenlerin
tuzaklarını kendi başlarına geçirmiştir:
Biz de dedik ki: "Ey ateş, İbrahim'e
karşı soğuk ve esenlik ol." Ona bir düzen kurmak istediler, fakat
Biz onları daha çok hüsrana uğrayanlar kıldık. Onu ve Lut'u kurtarıp
içinde, alemler için bereketler kıldığımız yere (ülkeye) çıkardık.
(Enbiya Suresi, 69-71)
Allah tüm elçilerine yardım ettiği gibi, Hz. İbrahim'e
de bu zor anında en güzel şekilde yardım etmiştir. Hz. Musa'ya tam
Firavun ve askerlerinin yetiştiği anda denizin yarılarak yol açılması
ve arkasından Firavun ordusunun denizde boğulması gibi, Hz. İbrahim'e
kurulan tuzak da büyük bir mucizeyle bozulmuştur. İbrahim Peygamber
inkar edenlerin kurdukları bu tuzak karşısındaki dirayetiyle, cesaretiyle
ve tevekkülü ile müminlere örnektir. Son derece güçlü bir imanı
olduğu için başına gelen bütün olayların bir kader üzerine yaratıldığının,
Allah'ın bir planı olduğunun şuurundadır. Bunun için olumsuz gibi
görünen bir olayda da Allah'ın yardımının ve desteğinin her zaman
müminlerin yanında olacağını bilmiştir. Çünkü bu Allah'ın vaadidir;
Allah müminlerin aleyhine inkar edenlere yol vermez. (Nisa Suresi,
141)
Müminlerin de Allah'a olan imanıyla, tevekkülü
ve güzel ahlakıyla ayetlerde övülen İbrahim Peygamberi kendilerine
örnek alarak, zorluklar karşısında her zaman Allah'a güçlü bir tevekkül
göstermeleri ve herşeyi yaratanın Allah olduğunu asla unutmamaları
gerekir. Nitekim zarar getireceği düşünülen olayların tümü aslında
birer imtihan olarak ve yine müminlerin hayrına gerçekleşmektedir.
Bu durumda Müslümanın daima şevkli ve azimli olması ve her zaman
Rabbimize dayanıp güvenmesi Allah'ın rızasını kazanmaya en uygun
tavır olacaktır.
Bundan dolayı inkarcıların tuzak, komplo ve saldırıları
müminin hüzne kapılmasına ve sıkıntı duymasına kesinlikle sebep
olmaz. Aksine her zaman için şevkinin artmasına ve Allah'a yakınlaşmasına
vesile olur. Nitekim Allah Kuran'da Peygamberimiz (sav)'e bu konuda
şöyle emretmiştir:
Sabret; senin sabrın ancak Allah iledir.
Onlar için hüzne kapılma ve kurmakta oldukları hileli-düzenlerden
dolayı sıkıntıya düşme. Şüphesiz Allah korkup-sakınanlarla ve iyilik
edenlerle beraberdir. (Nahl Suresi, 127-128)
Hz. İbrahim Kıssasından Günümüze
İşaretler
Allah, "Ey ateş, İbrahim'e karşı
soğuk ve esenlik ol" (Enbiya Suresi, 69) ayetiyle ateşin
Hz. İbrahim'e zarar vermediğini bildirmiştir. Bununla inkar edenlerin
tuzakları bozulmuş, onlar Allah'ın kutlu elçisine en ufak bir zarar
dahi verememişlerdir. Bu ayet aynı zamanda günümüze dair önemli
bir işaret de içermektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Bilindiği gibi, günümüzde yüksek teknoloji ile
farklı özelliklere sahip kumaşlar ve malzemeler üretilmektedir.
Bu malzemelerle ateşe dayanıklı giysiler, araçlar yapılmaktadır.
Örneğin kişiyi ateş, alev, kıvılcım ya da başka yanıcı etkilere
karşı koruyan iplik ve kumaşlardan giysiler yapılmaktadır. Aleve
karşı dirençli olan bu giysiler daha zor tutuşur, daha yavaş yanar
ve alev ya da ısı kaynağı ortadan kalktığında kendiliğinden söner.
Bu tür giysiler yanma sırasında kişiye üzerindekileri çıkartmak
ya da alevleri söndürmek gibi doğru hareketleri yapmak için daha
fazla zaman kazandırmaktadır.
Cam, aramid, novoloid, sulfar
ve saran liflerinden üretilen kumaşlar da alev alarak yanmaz ve
yüksek ısılara dayanıklıdır. Farklı ipliklerden üretilen bu kumaşların
yanmaya karşı koruyucu olmaları için kumaşın ağırlığı, dokuması,
yapısı, gerilimi ve çeşitli testlerde gösterdikleri performans dikkate
alınır. Aleve dayanıklı kumaşlardan tasarlanan gömlek, pantolon,
ceket, kazak, ayakkabı, eldiven, çorap ve başlık gibi giysiler petrol
rafinerileri, kimyasal madde üreticileri, elektrik ve doğalgaz tesisleri,
çelik endüstrisi, alüminyum imalatçıları, kaynak yapılan işletmeler,
havacılık ve uzay endüstrisi, inşaat sanayi, acil durum ve yangın
söndürme görevlileri tarafından kullanılır.4 Yukarıdaki
ayette de ahir zamanda ortaya çıkan bu büyük bilimsel gelişmeye
işaret ediliyor ve ateşe karşı dayanıklı kumaş ve maddelerin üretileceğine
dikkat çekiliyor olabilir. Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir.
--------------------------------
3- Philip Johnson, The Wedge
of Truth: Splitting the Foundations of Naturalism, Intervarsity
Press, 2000, s. 154
4- http://www.firewear.com/spcgide.htm. http://www.iastate.edu/~tc-ext/flame.html
|